Doğan Kemancı/Londra-Ulusal Kanal'la dayanışma gecesi için Londra'da bulunan Aydınlık Gazetesi yazarı Mustafa Mutlu'ya nasıl dik durduğunu sorduk. Babasını, annesini, çocukluğunu kısaca şöyle anlattı: "Ben dik duran bir adam olarak bilinirim ama esas benim annem ve babam dik duran insanlardı. O yüzden bu genetik bir miras bana. Babam Atatürk'ün ilk başöğretmenlerinden... Annem de babam da, ikisi de babalarını hatırlamıyorlar. Çünkü biri Kırşehir'de diğeri Antalya, Elmalı'da ikisi de savaşa gidiyorlar ve bir daha geri gelmiyorlar. Babam 1916 doğumlu. Babamı, ebe diyorduk ona, babaannem büyütmüştü. Tek oğluydu ve 1923'ten sonra Atatürk'ün emriyle okutmuştu onu. Babam gerçekten Cumhuriyet'in ilk yetiştirdiği çocuklardan, ilk meslek sahibi yaptığı gençlerdendir...
"Balıkesir Necatibey'de öğretmenlik okulunda okuyor. Mezun olunca tayini Antalya'nın Elmalı ilçesine çıkıyor. Ve Atatürk'ün ıslak imzalı mektubuyla okul kurmak üzere görevlendiriliyor. Dört köyün tek okulunu bir köyde yapmak üzere görevlendiriliyor. Muhtara kesin talimatı var Atatürk'ün, 'bu gelen genç öğretmenle köyünüzde okul inşa etmenizi rica ediyorum' diye. Tabii o mektuptaki rica emir kabul ediliyor ve hemen Cumhuriyet'in genç öğretmeni ile birlikte okul kuruluyor ve dört köyün tüm insanları, yaşlı, çocuk hiç ayırılmadan babamın eğitiminden geçiyor. Özellikle yetişkinlerin çoğu eski Türkçe biliyor ama yeni Türkçeden pek haberleri yok. Onlardan biri de annem ve onun kırk yaşındaki annesi... Yani benim anneannem... Onların ikisinin de öğretmeni oluyor babam. Onlar da babamın okulu açtığı Akçay köyünde oturuyorlar. Ve babam gönlünü kaptırıyor anneme orada.
"O yıllarda bir yerde iki üç seneden fazla aynı yerde kalınamıyor. Genç öğretmenlerin değişik yerlerde okul açmaları gerekiyor. Orada evlenip babamın yeni tayin yeri olan Kars'a hep birlikte gidiyorlar. Üç sene sonra ablam doğuyor ve babamın tayini bu kez Adana'ya çıkıyor. Gene orada da Antalya ve Kars'ta olduğu gibi köy okulları kuruyor. Adana'da da ağabeyim doğuyor ve bu kez babamın tayini Ankara'nın o zamanlar köy olan Şereflikoçhisarı'na çıkıyor. Küçük ağabeyim de orada doğuyor. Mesleğinin yirminci yıllarında annesi çok yaşlanıyor ve babam da zaten büyük kentlere gitmeyi asla istemiyor ama deneyimli bir öğretmen olarak kendi memleketine gidip orada okul kurmak istiyor. Kendi mahallesine tayini çıkıyor. Orada da okul kuruyor öğretmenliğinin yirmi beşinci senesinde... İşte bende orada, Kırşehir'de doğuyorum.
"Tam yeni kurulan okulun inşaatının bittiği sırada ablam İstanbul'da Eğitim Enstitüsü'nü kazanıyor. Babam ilk defa İstanbul'a gelmeyi kabul ediyor. Paşabahçe'ye taşınıyoruz ve orada iki yıl kaldıktan sonra Kızıltoprak, Kuyubaşı'nda iyi bir okula babam müdür olarak atandı. Fakat prensip olarak kendi çocuğunu müdürü olduğu okulda okutmak istemedi. Benim çocuğum, müdürü olduğum okulda okursa öğretmenler ona torpil yapar, ya da diğer veliler, çocuklar böyle düşünür diye beni okula kaydetmek bir yana, bana okulun bahçesinde top oynamama izin vermezdi. Ben de Fikirtepe İlkokulu'na gidiyordum. Yani, zenci mahallesine. Yoksulların, daha suça meyilli insanların yaşadığı, Kadıköy'ün bir semti. Ben bugünkü adam olmamı aslında Fikirtepe İlkokulu'nda okumama borçluyum. Çünkü ben orada Maarif'in verdiği eğitim anlamında pek iyi bir eğitim almadım. Ama ben hayatta dik durmayı, gerektiğinde kavga edebilmeyi, kimliğimi koruyabilmeyi, mücadele edebilmeyi orada öğrendim. Çünkü oradan sonra gittiğim okul da Mehmet Bayazıt Lisesi'ydi. Babamın müdürü olduğu okulu bitirenler de Fenerbahçe Lisesi'ne gidiyorlardı.
"Daha sonra siyasi sürecin içerisinde buldum kendimi. Çok yakın arkadaşlarım öldürüldü yanımda. Kendimi ciddi şekilde eğitip, dünya klasiklerini çok küçük yaşta okuyup bitirdim. Okuduğum kitaplar sayesinde altmış dört kişilik sınıfımdan üniversiteye giren tek kişi ben oldum. Beş tercihin beşi de gazetecilikti. Yani bu işi yapmayı ben kafaya koymuştum. Onun hikâyesini de geçen sene Ekim ayında çıkan 'Dön Kardeşim' adlı kitabımda anlatmıştım. On beş yaşlarındayken, işte hep Cumhuriyet gazetesi okuyoruz... Hayranı olduğum Uğur Mumcu'ya bir mektup yazdım. Hiç de cevabının geleceğini beklemiyordum. On beş gün sonra bana cevap geldi. Şunu yazmıştım ona: Onun gibi bir insanın mücadelesinin bizim ufkumuzu açmaya yönelik olduğunu bildiğimizi, ve kendisine teşekkür etmek istediğimizi söylemiştim. O da benim dili kullanışımı çok beğenmiş. Bana ısrarla 'gazeteci ol küçük' diye tekrarladığı bir mektup yazmış... Gazeteci olmayı o ana kadar düşünmüyordum. O anda gazeteci olmaya karar verdim. Daha sonra da kendimi hep gazeteci olmak için eğittim. Bu işin okulla da olmayacağını biliyordum. Onun için de sınava girerken çok rahattım. Bu beş okuldan birini kazanamasam bile çıraklık yoluyla, yani mektepli olamasam da alaylı olarak bu işe başlarım diyordum. "
Böyle yetişmiş birinin bir süre sonra belli makamlar için ya da iktidarın ya da güç odaklarının bir takım vaatleri için, para için tavır alması mümkün değil. Çünkü bu geçmişine ihanet olur. Geçmişini satmak olur. Turan hocaya, babama ihanet olur. Ben Turan hocaya ihanet edersem, o mezarından fırlar beni doğduğuma pişman eder. Turan hocaya ihanet etmeyeceğim. Bütün mesele bu... Doğan Kemancı/ Londra Doğan /Kemancı'nın özel haberi