Öne Çıkanlar ingiltere londra koronavirüs kktc Kur avrupa Avrupa Birliği Sanayi Odası Leyla Aydemir bulundu mu ilaç

Bu haber kez okundu.

Türkiye'de Sosyal Demokrasinin Konumlanamama Sorunu

Türkiye’de siyasi hareketler ve akımlar içinde sosyal demokrasinin tarihi Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılışı sonrası kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme projesine ve özelikle onun toplumsallaşma ve siyasallaşma sürecine kadar geri götürülebilir. Sosyal demokrasinin Türkiye deneyimi, Cumhuriyeti kuran askeri, bürokratik ve sivil elitlerin siyasi yönelimlerinin vücut bulduğu ana akım kurucu partisi Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki temsiliyet sorununda, tarihsel ve güncel anlamda Türkiye’deki siyasi tartışmalarda bitmeyen bir senfoni gibidir. Sosyal demokrasi ile örtüşebilecek ilk süreç, CHP tarihi içinde “ortanın solu” olarak ilk siyasal kulvar tercihi, partinin efsanevi ve karizmatik liderlerinden İnönü ile başlamıştır. Bu, sosyalist Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) karşı “devlet aklı”nın gerektirdiği bir reel politik zorunluluktu. TİP, dünyadaki siyasi konjonktürün de etkisiyle işçi sınıf içinde örgütlenen ve kadrolarında ağırlıklı olarak aydın ve düşünce insanlarının yoğun olarak yer aldığı ve sosyalist söylemi belirgin bir biçimde ifade eden bir siyasi parti olarak siyasal yaşama anlamlı ve etkili bir çıkış yapmıştı. CHP’nin “ortanın solu” olarak tarif edilen tercihi bir bakıma siyasal alanda hızla büyüyen TİP’e karşı bir önlem olarak düşünülmüştü. Daha sonraki süreçte, CHP içinden İnönü ile birlikte politik arenaya çıkan, sonra ondan ayrılarak popülist bir çıkış yapan, genç kuşak temsilcisi Ecevit, 12 Mart 1971 muhtırasına ve İnönü’ye karşı yaptığı çıkış sayesinde kazandığı başarı ile demokratik sol terminolojiyi kullanmaya başladı. Bu sol da İskandinav sosyal demokrasisi ile popülist sol eklektizm barındıran siyasal koordinatlar denemesinin başlangıcıydı.

 

Gerçek şu ki sosyal demokrasi ile ilgili en ciddi tartışma süreçleri, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası oluşan siyasi dinamikler ve aktörler arasında gerçekleşti. Dönemin siyasal kozmopolitizmi ve siyasal alana çıkan yeni aktörler, kimlikler, kesimler arasında şiddetli tartışmalarla devam etti.

 

12 Eylül sonrası, sivil siyasi yaşama geçişin ilk partileri içinde yer alan Sosyal Demokrasi Partisi (SODEP), CHP eski kadroları ve sol aydın ve akademisyenlerin öncülüğünde kuruldu. SODEP, anlamlı, etkili ve içinde sosyal demokrasinin evrensel değerlerinin içkin olduğu bir program hazırladı. Daha sonraki süreçte, SODEP’le birlikte 12 Eylül’den sonra kurulan Halkçı Parti (HP) ile gerçekleşen birleşmeden dolayı gerçekleşen isim değişikliği sonucunda, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) doğdu. SHP deneyimi, dünyada sosyal demokrasinin kendini yeniden tanımlama ve kurma tartışmalarının yapıldığı günümüzde, şu andaki CHP içinde de renkli tartışmalara konu olmakta, bu tartışmaların büyük bölümü de kurucu parti CHP’nin tarihi-siyasi-ideolojik genetiği ile evrensel sosyal demokrasiyi uzlaştırma çabasını içermektedir.

 

Bu siyasi-entelektüel-ideolojik omurga oluşturma çabası ve arayışı devam etmekte; liderler, kişiler üzerinde söylem kurma çabası, istenilen bir sonuca ulaşamamaktadır. Yönetimler değişmekte buna karşın yönetim anlayışlarının aynı özellikleri devam ettirmektedir. Bir diğer can alıcı tartışma ise nasıl bir parti modelinin iktidar perspektifi oluşturacağı konusudur.

 

Sosyal demokrat partiler; üye, örgüt ve programları ile dikkate değer bir seçenek oluşturabilen, siyasi, ideolojik eksenleri ve koordinatları net olan partilerdir, fakat Türkiye’nin deneyimi, farklı bir siyasal kültürle, farklı bir söylem, eylem tercihi ve parti modelleriyle sürdürmeye çalışan eklektik bir model ortaya çıkarmış durumdadır. Örgüt, üye, program revizyonu ve parti içi yatay ve dikey işleyiş, seçim ve karar mekanizmaları arzulanan demokratik bir tarzda da gerçekleşememektedir. Parti içinde ilginç bir siyaset mekanizması ve makinesi oluşmuş durumda. Michels vari düşünürsek “oligarşinin tunç yasası”¹, hatta ondan daha ilginç düzeyde bir yapı CHP içinde oluşmuş durumdadır.

 

Sosyal demokrasinin temsilcisi iddiasındaki CHP’de sorunun ilki, partinin siyasi-ideolojik kimlik durumu, bu durumun yeterince netleştirilememesi ve zaman zaman siyasi genetik ile girilen kavganın bir türlü sonuca ulaştırılamaması, bunun sonucunda da bu sorunu siyasi isim ve figürler üzerinden aşmaya çalışmasıdır. Bir diğeri de ‘parti modeli’ sorunudur. Bir bakıma siyasi ve ideolojik dokunun işleneceği parti modelidir. Partinin iç demokratik işleyişi, parti içi seçimler, parti içi iktidar mekanizmasının oluşumunun nasıl olacağı sorunudur.

 

Siyasal iktidar alternatifi yaratmak, partinin siyasi-ideolojik ilke ve değerlerinden, duruşundan, siyasi koordinatlarından, program hedeflerinden bağımsız düşünülemeyecek bir durumdur. Program hedeflerinin parti ilke ve değerleriyle uyumluluğu, tüm alanlarda partinin tutarlı, bilinen, açık bir söylem ve duruş geliştirmesini sağlayacaktır. Bu uyumluluk, partiye inanç, güven, aidiyet duygusunu geliştirecek ve güçlendirecektir. Diğer bir deyişle, partinin program hedefi bir iktidar gerçekliği anlamına gelmektedir ki dünyada sosyal demokrat partilerin, özellikle batı Avrupa da son iktidar deneyimleri, bu doğrultuda yapılan çalışmalarla mümkün olmuştur. Örneğin, Blair’in İşçi Partisi (The Labour Party) modelini değiştirme çabası ve üçüncü yol fikri, Schröder’in Sozialdemokratische Partei Deutschlands (Almanya Sosyal Demokrat Partisi – SPD) de radikal merkez deneyimi ve buna benzer birçok örnek, iktidarı yakalama ve başarı ile sonuçlanan deneyimlerdir. Bizde eksik olan ise işte bu yukarıdaki iki temel sorundan kaynaklı tüm boyutlarıyla bir iktidar paradigmasının, manifestosunun oluşturulamamasıdır. Her iki sorunun çözümü de iktidar hedefi olan bir siyasal hareket için olmazsa olmazdır. CHP’nin, bu iki sorunu çözerek elindeki siyasi kadro rezervi ile bir iktidar manifestosunu oluşturması, bunun toplumda örgütlenmesi, toplumun tüm üretici ve tüketici dinamiklerine nüfuz etmesi, iktidar yolunun başlangıç taşlarını oluşturacaktır.

 

Türkiye’ye özgü sosyal demokrasinin öncüsü sayılan CHP deneyiminin diğer çıkmazlarından biri de kulvar, yapı, model değişikliği anlamına gelebilecek konuların yeterince tartışılmaması, yeterli analiz yapmadan, parti içi mekanizmalardan görüş almadan siyasi mühendislikvari bir şekilde politikalar uygulanmasıdır ki bu yöntem ve deneyim, hedeflenen sonuçlara ulaşılamamasına rağmen ısrarla denenmektedir. Bu anlamda birçok kez lider üzerinden ifade edilen demokratik sol, yeni sol, Anadolu solu ve bugünkü siyasal eklektizm arzulanan başarıyı yakalayamamıştır.

 

Bu durumun aşılması için yapılması gereken, bu anlayıştan vazgeçilerek yeni bir siyasal model ve toplum modeli ve bu modeller içinde tüm boyutlarıyla farklı inanç ve kimlik sorunlarının etrafından dolaşılmadan siyasi söylem ve politikalar geliştirilmesi; ekonomi, siyaset, dış politika, siyasi risk ve kazançları da içeren net bir biçimde sosyal demokrasinin dünya görüşü içinde tartışılmalı ve çözümler bir iktidar manifestosuyla ilan edilmelidir.

 

Yukarıda sözü edilen bu sorunlar dışında, bir diğer sorun da özellikle 12 Eylül sonrası belli bir ekonomik, sosyal, siyasi denge içinde karşı karşıya gelen bazı durumlarda çatışan, ülkedeki siyasal dinamikleri belli bir sosyal ve siyasi bilinçle etkileyen sınıf profillerinin dağılması onların yerine tarih sahnesine yeni çıkan sosyo-ekonomik düzeyi farklılaşmış yeni sınıf ve katmanların analiz edilememesidir. Bu oluşumlar, klasik sosyolojik ve ekonomik şemayla açıklanamayan alt-orta alt-orta-üst vb. kategorilere ayırabileceğimiz yapılardır. Şu gerçeği de görmek gerekir ki yaşanılan bu süreç Türkiye’de ciddi anlamda sosyo-ekonomik sınıf profillerinin değişimine yol açmıştır. Bu durum iktidar, ekonomi, siyaset ve diğer güç ilişkilerinin hızla el ve yer değiştirmesini sağlamıştır ve hala bu durum benzer şekilde devam etmektedir. Tüm bu radikal değişimlere karşılık, yeni durum ve süreçlerle ilgili sosyal demokrasinin seslenebileceği, yaslanabileceği sosyolojik ve ekonomik tabanın ne olduğuna dair henüz ciddi bir analiz, araştırma, veri ve bunlara bağlı bir siyasi karar yok. Bundan dolayı, temel, güncel politikalar ve seçim süreçlerindeki politikalar, sadece belli değerler etrafında gelişen yaşam tarzı reflekslerinin ön plana çıktığı kültüralist bir dille yapılmaktadır. Kısaca, ekonomik ve sosyolojik bir sınıf profili analizi olmamasından ve bu anlamda elde ciddi verinin bulunmamasından dolayı, konjonktürel olayların gölgesinde ve onların peşinden sürüklenen eklektik bir söylem, politikaların uygulanmasında ciddi tutarsızlık, güvensizlik ve siyasi oynaklığa yol açmaktadır.

 

Diğer önemli sorun da, sosyal demokrasinin CHP deneyiminde entelektüel envanterin ve rezervlerin zayıflığıdır. Türkiye’de çözüm bekleyen sorunlar hakkında görsel-işitsel-sosyal medyada bitmek bilmeyen tartışmalar devam etmekte, tüm bu tartışma süreçlerine egemen olabilme gücüne ve tasarrufuna sahip bir entelektüel dil ve bunu taşıyacak kadro oluşamamakta, bu anlamda, bu harekette ciddi düzeyde insan ve kadro yetiştirme sorunu yaşanmaktadır.

 

Bir diğer önemli sorun, yıllardır denenmiş şekle dayalı milliyetçi ve muhafazakar kitleden oy alma uğruna sosyolojik ve siyasi envanteri tükenmiş siyaset neslinden yapılan transferlerdir ki bu hep başarısızlıkla sonuçlanmıştır. İktidara ulaşabilecek siyasal bir çoğunluğun sağlanması, sosyal demokrat düşüncenin iktidara ulaşıp politikalarını uygulayabilmesi için yapılması gereken, milliyetçi-muhafazakar kitlelerin sosyal demokrat düşünce ve politikalar doğrultusunda ikna edilmesidir. Bu kitlelerle tarihi bir uzlaşmanın gerçekleştirilmesi gerekir ki bu, siyasi figürlerle olmaması gereken bir uzlaşma olmalıdır. Tarihsel uzlaşma olacaksa bu, sosyal demokrasinin temel ilkelerinin siyasi sinerjisi ve manyetik gücü çerçevesinde olmalı; eşitlik, özgürlük, dayanışma, sosyal adalet ve de eşdeğerlilik üzerinden gerçekleşmelidir. İttifak arayışı, milliyetçi ve muhafazakar kesimin baskın sembolleşmiş eski siyasi figürleri üzerinden değil, sosyal demokrasi dünya görüşünün gerektirdiği siyasi akıl, anlayış ve ahlaki vizyonu çerçevesinde olmalıdır.

 

Sosyal Demokrasinin Türkiye de kuruluş, konumlanma sorularına tarihsel ve güncel boyutlarıyla bakıldığında çok çeşitli değişkenlere bakmak gerektiği görülmektedir. 12 Eylül öncesi, CHP’nin TİP’in siyasi baskı ve basıncından kaynaklı adeta zorunlu siyasi tercihi ve daha sonra darbelerle kesintiye uğrayan süreçlerden sonra kurulan SODEP-SHP(HP)-CHP deneyimi parti-örgüt-program konusunda güçlü ve yerleşik bir gelenek oluşturamaması çözülmesi gereken bir sorun olma özeliğini korumuştur. Diğer boyutlar siyasi omurga, entelektüel siyasi-ideolojik koordinatların oluşturulamaması ve model parti, ya da parti modelinin hem siyasi hem de demokratik parti hukuku açıdan inşa edilememesidir. Bu sorunların çözülememesi anlamlı bir politika ve stratejinin geliştirilmemesi, Türkiye’de konumlanma çabası içinde olan sosyal demokrat dünya görüşünü siyasi belirsizliğe itecek, siyasi koordinatlarını tartışmalı duruma getirmekle beraber siyasal varoluş sorunuyla karşı karşıya getirecektir.

 

Cihan Aydın

 

Makale referansı:

 

Aydın C. (Kasım, 2014),  “Türkiye’de Sosyal Demokrasinin Konumlanamama Sorunu”, Cilt III, Sayı 11, s.43-47, Türkiye Politika ve Araştırma Merkezi (ResearchTurkey), Londra: Research Turkey (http://researchturkey.org/?p=7298&lang=tr)

 

Sonnotlar

 

¹ Oligarşinin Tunç Yasası: Robert Michels, herhangi bir politik sistemin sonunda oligarşiye dönüşüceğini öngörmüştür. Michels, Robert. 2011. Political Parties: A Sociological Study of the Oligarchical Tendencies of Modern Society (Siyasal Partiler: Modern Toplumun Oligarşik Eğilimlerinin Sosyolojik İncelenmesi).

Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.