Avrupa Ajansı AVA Avrupalı Türklerin Sesi

Sözcü Gazetesi yazarı Emin Çölaşan'ın verdiği ifade

MEDYA

Sözcü'ye yönelik ikinci kumpas davasında savunma yapan Emin Çölaşan'ın ifadesi haberimizde

Sözcü yazarları Emin Çölaşan ve Necati Doğru ile gazetemizin 3 yöneticisi “FETÖ silahlı terör örgütü içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek yardım etme” suçundan hazırlanan iddianame kapsamında bugün hakim karşısına çıktı. 
Emin Çölaşan’ın yazılı ifadesi…
1-) Adına Fetullahçılar denilen cemaat ve onun başı olan Fetullah Gülen'le ilgili olarak bugüne kadar 200'den fazla yazı yazdım ve bunların ipliğini her fırsatta pazara çıkardım. Bu yazılarım 1999 yılından başlamak üzere hem 2007 yılı öncesinde Hürriyet gazetesinde, hem de 2009 yılı sonrasında Sözcü gazetesinde çıkmıştır. Sadece az sayıda bir bölümünü 2018 yılı ocak ayında Savcılık Makamına sunduğum yazılı savunmamda sunmuştum.
2-) Gerek Fetullah ve gerekse cemaatin en amansız düşmanlarından biriyim. Hakkımda nice davalar açtılar. Ceza davalarının tümünden beraat ettim, aleyhime açtıkları tazminat davalarının tümü reddedildi. Bana ulaşamayan, çengel atamayan Fetullah Gülen'in bana hiç utanmadan yazdığı adeta yalvaran mektubunu da çeşitli zamanlarda köşemde yayınladım. Bu konuda bile haberleşmenin gizliliğini yok ettiğim iddiasıyla davalar açtı, tamamı reddedildi.
Zaman gazetesi, satış rakamlarında hile yapıyordu. Bayi satışı 18 bin olan gazete sahtekârlık yapıp 800 bin satıyor gösteriyor ve devletten ona göre resmi ilan parası alıyordu. Yani devleti ele geçiren cemaat, devleti resmen soyuyordu. Bu sahtekârlığı da belgeledim. Yine davalar açtılar, hepsini kaybettiler. Yani Fetullah ve cemaat hakkında yazdığım bir tek olumlu yazı bile yoktur.
3-) Konumuzla doğrudan ilgisi olmasa da, burada bir hususu daha dile getirmek isterim. Bank Asya'da hiçbir zaman param ve herhangi bir hesabım olmadı. Telefonumda By-lock olmadı. Türkiye'de olduğu dönemler dahil Fetullah'la hiçbir zaman karşılaşmadım, tanışmadım. Tiksindiğim biridir. Herhangi bir cemaat toplantısına (gazeteciler toplantıları dahil) katılmadım. Herhangi bir cemaat yöneticisi ile herhangi bir ortamda karşılaşmadım, tanışmadım. Tam tersine, onların gazete ve televizyonlarında sürekli hedef gösterilen bir gazeteci oldum. Dernek, sendika ve vakıflarına da üyeliğim yoktur. Yurt dışında param, herhangi bir mülküm yoktur, hiçbir zaman olmamıştır.
4-) Savcılık iddianamesinde yer alan benimle ilgili hususlara gelince…
Ben “Muhalif” bir gazeteciyim. Bütün iktidarlar ve hükümetler döneminde bu kimliğimi korudum ve ülkemde her şeyin daha iyi olması gerektiğini savundum. Kim yaparsa yapsın yine her dönemde yolsuzluklara karşı çıktım ve nicelerini belgeleyip yazdım. İddianamede yer alan 29 Ekim 2015 tarihli yazım bunun bir örneğidir.
5-) 29 Ekim 2015 tarihli köşe yazıma ilişkin açıklamalar:
Cemaatin basın kuruluşları söz konusu yazımdan bir gün önce polis tarafından TOMA'larla basılmış, gazeteciler ve çalışanlar gözaltına alınmıştı. Bu yazı medya çalışanlarına karşı yapılan o baskınlara karşı bir tepkidir.
“Terörist” deyince her vatandaş gibi benim de aklıma bomba ve silah kullananlar, insan öldürenler gelir. Kamuoyunda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) olarak adlandırılan örgütün o güne kadar silah kullandığını, çeşitli terör olayları yarattığını bilmiyorduk, duymamıştık. Üstelik cemaat, Devlet ve Yargı tarafından “Terör örgütü” ilan edilmemişti. O süreçte cemaatle hükümetin sözlü olarak kapıştığını ve dershaneler konusu başta olmak üzere kavgaya girdiğini herkes gibi ben de biliyordum ama bunlara “Terörist” demek için gereken altyapı, devlet ve yargı tarafından verilmiş kararlar yoktu. Yakın geçmişte bunun iki somut örneğine de tanık olmuştuk.
Devlette yuvalanmasına göz yumulan cemaat tarafından yaratılan iki adet düzmece olay piyasaya sürülmüş ve Türkiye altüst edilmişti. Ergenekon terör örgütü ve Balyoz darbecileri… Bu iddiaları kamuoyu önüne getiren cemaat, işin bütün aşamalarında iktidara ve hükümete DESTEK vermişti. Yargının büyük bölümü onlara teslim edilmişti. Polis operasyonlarını birlikte yaptılar. Yargılamalar yapıldı, bu iki iddianın da gerçek olmadığı yargı tarafından (aradan uzun süre geçtikten ve o yargılamaları yapan hakim ve savcıların tutuklanma aşamasında) belgelendi ama olan olmuştu. Türkiye gerildi, ülke ve insanlar büyük zarar gördü.
28 Ekim 2015 günü, yani o yazıyı yazmamdan bir gün önce, özellikle cemaatin sahibi olduğu bazı basın kuruluşları polis tarafından basılmış, gazeteciler ve çalışanlar gözaltına alınmıştı. Silah kullanmayan, silahlı terör yaratmayan cemaatin üzerine elbette gidilmeliydi ama “Terör örgütü” olarak değil. Yazımda bunu eleştiriyorum. Bu “Cemaatin” yıllar içerisinde doğrudan ve dolaylı yollarla iktidarlar tarafından güçlendirildiğini, devletin onlara teslim edildiğini savunuyorum.
Sadece bu açıdan “Şimdi cemaati savunma zamanı” diyor, bunu söylerken cemaatle birlikte iktidarı da eleştiriyor ve şöyle diyorum:
“…Bunlar olurken ve şimdi benzeri kendi başına gelince haklı olarak ağlaşan cemaat hep alkış tuttu ve AKP'ye destek verdi. Cemaat AKP'nin tetikçiliğini ve taşeronluğunu yapıyordu.”
FETÖ terör örgütünün gerçek kimliği, yani “TERÖRİST” olduğu, 15 Temmuz 2016 darbe girişimiyle, silah kullanınca ortaya çıkmış ve belgelenmiştir. Darbeyi planladılar, yapmaya kalkıştılar, silah kullandılar, nice insanlarımızı öldürdüler ve hayatları kaydırdılar. Düzenimize, ülkemize ve demokrasimize büyük zarar verdiler.
Kaldı ki söz konusu yazım gazetede çıkalı (şu an itibariyle) üç yıldan fazla bir zaman geçmiştir. Yazı hakkında o günden bu yana herhangi bir makam tarafından soruşturma yapılmamış, dava açılmamıştır.
6-) 24 Aralık 2013 tarihli söyleşim hakkında açıklamalar:
Fetullah cemaati, iktidarın da yardımı ve sonsuz desteği ile devletin neredeyse bütün kademelerini, adliye, mülkiye ve askeriye dahil ele geçirmişti. Bunun böyle olduğu biliniyordu ama gerçekler sonraki zamanlarda, özellikle darbe girişimi sonrasında belgelenmiş ve cemaat mensupları hakkında gerekli yasal işlemler yapılmıştır. Bu süreç halen devam etmektedir. Kavga dershane kavgasıyla başlamış ve giderek bütün alanlara yayılmıştır.
Devletin en üst düzeylerinde yer alan rüşvet ve yolsuzluk iddialarının bir bölümü benim 24 Aralık 2013 tarihli söyleşimde belirttiğim gibi, daha önceden kamuoyuna yansımış bulunuyordu. Bazı bakanların kendileri ve yakınları için açıkça rüşvet aldığı kamuoyunda vurgulanıyordu ama sadece “İddia” düzeyinde…
Bizler de gazeteci olarak bu yolsuzlukların peşinde idik ama belge gelmiyordu. Belge olmayınca bunları yazmak mümkün değildi. Bu yolsuzluk belgelerini iktidarla kavgalı olan cemaat piyasaya sürdü zira onlar işin içindeydi ve her şeyi onlar biliyordu…Ve belgeler sahte değildi.
Nitekim polis baskınlarında bazı bakanlar ve genel müdürlerle Rıza Zarrap isimli İran kökenli şahıs arasında geçen konuşmalar, alınıp verilen rüşvetler belgelendi.
Muammer Güler, Egemen Bağış, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan isimli Bakanlar ve Halkbank genel müdürü bu baskınlar sonrasında Başbakan tarafından ya istifa ettirildi, ya da görevden alındı. Kendilerinin ve yakınlarının evlerinde yapılan aramalarda ayakkabı kutuları içinde istiflenmiş milyonlarca dolar para, rüşvet olarak verilen milyonluk kol saatleri, çelik para kasaları, para sayma makineleri vesaire ortaya çıktı.
Telefon konuşmaları da dinlenmişti, bu utanç verici kayıtlardaki rüşvet konuşmaları ortalığa saçıldı. Bütün gazeteler ve tv kanalları işin üzerine gittiler.
Söz konusu söyleşide “Bizim başaramadığımızı cemaat başardı. Biz biliyorduk ama belgeler elimizde değildi. Onlar devleti ele geçirmiş olmanın avantajını kullandı” derken bunu kastediyorum. Burada önemli olan, bazı büyük yolsuzlukların ve rüşvet olaylarının ortaya çıkarılmış olmasıdır.
Kaldı ki, bugün itibariyle, söz konusu söyleşinin yayın tarihinden bu yana beş yılı aşkın bir süre geçmiştir. Yani gerek söz konusu yazım ve gerekse söz konusu söyleşi bundan yıllar önce yayınlanmıştır.
Bu söyleşi sonrasında da bana hiçbir kişi ve makamdan düzeltme-açıklama-yalanlama
gelmedi, hakkımda soruşturma başlatılmadı, dava açılmadı. Üstelik görevi bırakmak zorunda kalan bakanlar başta olmak üzere hiçbirine daha sonra itibarları iade edilmedi. Siyaset sahnesinden silindiler zira yaşanan yüz kızartıcı olaylar gerçekti.
7-) Bu iki örnekten yola çıkıldığında sonuç:
Sözcü gazetesi Fetullahçı-cemaatçi değildir. Hiçbir zaman olmamıştır. Aramızda böyle bir kişi bile olsa ben bu gazetede bir gün çalışmazdım. Ben hiç değilim. Gerek gazetecilik ve gerekse özel yaşamım bellidir. Cemaatle ilgili fikirlerimi Hürriyet ve Sözcü'de defalarca yazmış ve onların davalarına, küfür ve tehditlerine muhatap olmuş bir gazeteciyim…Her yazım anayasal bir hak olan fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında, AİHM kararları doğrultusunda idi. Hayatım bu cemaatle kavga etmekle geçti. Nice davalar açtılar, hiçbiri tutmadı. Şimdi iddianamede, bu konuda yazdığım yüzlerce yazı görmezden geliniyor, bir köşe yazımdaki ve verdiğim bir söyleşideki birkaç cümleden yola çıkılıp suçlanıyorum.
FETÖ'nün bir mensubu olmak, örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, destek vermek, beni en çok yaralayan bir suçlamadır.
8-) Nitekim Sayın Savcılık Makamı da gerek 24 Aralık 2013 tarihli söyleşi ve gerekse 29 Ekim 2015 tarihli yazımla ilgili olarak hakkımda, 23 Kasım 2018 tarihinde, KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞI kararı vermiştir.
Sayın savcılık makamının 2017/126355 soruşturma sayılı dosyasında, 23 Kasım 2018 tarihindeki, Ek Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karar başlıklı söz konusu kararında aynen şöyle denilmiştir
“…Gazetenin yazarlarından Mustafa Emin Çölaşan'ın 29 Ekim 2015 tarihinde ‘Şimdi Cemaati Savunma Zamanı' başlıklı yazı ve 24 Aralık 2013 tarihinde ‘Bizim Başaramadığımızı Fetullah'la Ekibi Başardı' şeklinde yazılar yazdığı tespit edilmiştir. Yukarıda belirtilen söz konusu ifadeler ve yazılarla örgüt amacı doğrultusunda faaliyet gösterdikleri iddiası ile soruşturmaya başlanılmış ise de, şüpheli eylemlerinin sistematik ve süreç içerisinde devamlılık arz eder şekilde OLMADIĞI tespit edilmiştir.
Bu nedenle şüphelilerin (diğer şüpheli Saygı Öztürk) yukarıda belirtilen eylemleri örgütün amacına yönelik faaliyet olarak nitelendirilememiştir.
Belirtilen hususlar dışında şüpheliler hakkında kamu davası açmaya yeterli başkaca delil de elde edilemediği anlaşılmıştır. Şüpheliler hakkında atılı suçtan dolayı kamu adına KOVUŞTURMA YAPILMASINA YER OLMADIĞINA… Kararın şüpheli müdafilerine tebliğine…”
Bu kararın tarihi 23 Kasım 2018'dir.
Ancak Sayın Savcılık makamı aradan sadece dört gün geçtikten sonra kararını değiştirmiş ve Nöbetçi Sulh Ceza Hakimliğine 27 Kasım 2018 günü başvuruda bulunup hakkımda istemiş olduğu EK KYOK kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
Bu istemin nedenini aynen şöyle açıklamıştır:
“Şüpheli Mustafa Emin Çölaşan hakkında Örgüt Üyesi Olmamakla Birlikte Örgüte Bilerek ve İsteyerek Yardım Etme suçundan yürütülen soruşturma neticesinde 23 Kasım 2018 tarihinde EK KYOK kararı verilmiş ise de, şüphelinin Sözcü gazetesindeki köşesinde 16 Mayıs 2017 tarihli ‘Bir Annenin Dramı' başlıklı yazısı ile FETÖ/PYD soruşturması kapsamında cezaevinde bulunan Fadime Danışman isimli şahsın cezaevinden göndermiş olduğu faksı aynen yayınladığı, Fadime Danışman hakkında İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesince mahkûmiyet verildiği, Şüpheli Mustafa Emin Çölaşan tutanak konusu yazı ile EK KYOK kararına konu yazıları birlikte değerlendirildiğinde, şüphelinin sistematik ve devamlılık arz edecek şekilde hareket ederek FETÖ/PYD'ye yönelik kamuoyunda algı oluşturulmasına yardım ettiği değerlendirildiğinden, şüpheli hakkında 23 Kasım 2018 tarihinde verilen EK KYOK kararının kaldırılarak yeniden değerlendirilmesi…”
İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği de 2018/5953 D. İş sayılı kararı ile aynı gerekçeyle hakkımda KAMU DAVASI açılmasına, 28 Kasım 2018 tarihinde karar vermiştir.
Savcılığın sadece dört gün arayla verdiği bu çelişkili kararı anlamak hukuk açısından mümkün değildir.
9-) Hakkımda dava açılmasına neden olan 16 Mayıs 2017 tarihli köşe yazıma ilişkin açıklamalar:
Sayın Mahkeme Heyeti, şu anda benimle ilgili kovuşturma sürecinde temel unsurun, yayınlamış olduğum ve Fadime Danışman isimli kadın tutuklu tarafından bana hitaben yazılmış olan faks mesajı olduğu anlaşılmaktadır.
Önce gazetecilere gelen mesajlar konusunda kısa bir bilgi vermek isterim.
-Hemen her köşe yazarının sütununda onun e-posta adresi, faks numarası, bazılarında telefon numarası yer alır. Bunun amacı okurlarla bağlantı kurup onların görüşlerini, sorunlarını, yaşadıklarını, sıkıntılarını, dilek ve eleştirilerini öğrenmek ve gerekirse yazı konusu yapmaktır.
-Çoğu gazetecilere (okunmadıkları için olsa gerek) çok az sayıda okur mektubu gelir. Bana gelen mesaj sayısı ise yüksektir. Bunların tamamını okurum, bazılarını yazı konusu yaparak köşemde kullanırım.
-Gönderilen her mesajı, özellikle yayınlamaya değer bulduklarımı, gazetecilik deneyimlerimle bir akıl süzgecinden geçirir, araştırır ve önce doğru olup olmadığına bakarım. Yazımda kullanıp kullanmama kararını daha sonra veririm. Mesleğimizin kuralları da bunu gerektirir.
-Bu süreçte cezaevlerinden de, her gazeteciye olduğu gibi bana da bazen mektup ve fakslar gelir. Bazıları kitap ister, bazıları yaşadıklarını, sıkıntılarını ve uğradıkları haksızlıkları dile getirir. Gönderenlerin hiçbiri tanımam. Onların mektuplarını da gerek görürsem (ender bile olsa) köşemde kullanırım.
10-) Şimdi gelelim Fadime Danışman'ın cezaevinden göndermiş olduğu faks mesajına.
Faksın üzerinde cezaevi yönetiminin “Görüldü” damgasıyla birlikte, Aliağa PTT Müdürlüğünün damgası var. Dolayısıyla sahte veya yalan değil. Yalan söylüyor olsaydı cezaevi yönetimi bu metni okuyunca geri çevirir, çekilmesi için PTT'ye teslim etmezdi.
-Bu şahsı tanımam. Yazıyı sadece “İnsancıl” amaçla yazdım. Zaten yazının başlığı da onu gösteriyor.
-Tablo şöyle:
-Kadın 12 gündür cezaevinde.
-Üç küçük çocuğu var. Biri 8 aylık, diğerleri 3 ve 6 yaşında.
-Sadece 12 gün önce tutuklanan kadının niçin tutuklandığını benim bilmem mümkün değil. Bu konudan o da söz etmiyor. Ancak kucağında 8 aylık bebeği ile tutuklanıyor. Diğer iki çocuğu komşulara bırakmak zorunda kalıyor, onlardan haber alamıyor. Merak ve endişe içinde.
-16 Mayıs 2017 tarihli yazımın başlığı da zaten “Bir Annenin Dramı.”
-Sadece insancıl açıdan yazılmış bir yazı.
-Cezaevinde tutuklu olan hiç tanımadığım bu kadının suçunu benim bilmem elbette ki söz konusu olamazdı.
-Sonrasında İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmış ve FETÖ'den hapis cezası almış. Bu durumu aradan bir buçuk yıldan fazla bir süre geçtikten sonra bizim dava dosyasından öğrendim.
-Ben bu mektubu yayınladığımda işin bu yönlerinden elbette ki haberdar değildim, bilemezdim.
Savcılık aradan sadece dört gün geçtikten kararını değiştirmiş ve bu mektup nedeniyle hakkımda dava açılmasını istemiştir.
Şimdi davamıza konu edilen söz konusu yazımda herhangi bir suç unsuru olmadığı açıktır.
O yazının FETÖ'yü övmekle, destek vermekle, sistematik ve devamlılık arz edecek şekilde kamuoyunda FETÖ'ye yönelik algı oluşturulmasıyla uzaktan yakından hiçbir ilgisi yoktur.
Kaldı ki yazımda Fetullah, cemaat ve FETÖ'nün adı bile geçmemiştir.
Nasıl geçsin ki, bana o faksı gönderen hiç tanımadığım kadının hangi nedenle tutuklandığını bile bilmiyordum.
O mektup sonrasında da hakkımda başlatılan herhangi bir soruşturma, açılan bir dava olmamıştır.
11-) 42 yıllık deneyimli bir gazeteciyim. Önceki yıllarda FETÖ (terör örgütü) yoktu, devleti ele geçiren ve en son aşamada darbeye soyunan Fetullah ve cemaat vardı. Onlarla sürekli uğraştım. Zaman gazetesi ve Fetullah'ın kendisi dahil hakkımda nice tazminat davaları açtılar, ceza davaları açtırdılar. Hepsi reddedildi.
Telefonumda ByLock, Bank Asya'da hesabım, herhangi bir derneklerine, sendikalarına veya vakıflarına üyeliğim, toplantılarına katılmışlığım, yurt dışında param ve mülküm yoktur.
Savcılığa geçen yılki ifadem kapsamında vermiş olduğum yazılı ve sözlü savunmam da aynen geçerlidir ve Sayın Mahkemenizce dikkate alınmasını dilerim.
NETİCE VE TALEP: Yukarıda açıkladığım ve Basın kanununun ilgili maddeleri gibi re'sen nazara alınacak nedenlerle, atılı suçun unsurları oluşmadığından, hakkımda BERAAT kararı verilmesini arz ve talep ederim. Saygılarımla.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.