Londra Yunus Emre Enstitüsü tarafından Birkbeck, University of London işbirliğiyle düzenlenen ve Türkiye'nin önde gelen sinema tarihçilerinden ve Birkbeck'te misafir akademisyen olarak görev yapan Profesör Nezih Erdoğan'ın 26 Ocak Perşembe günü ‘’Sinemanın İstanbul’a Gelişi ve Erken Dönem Sineması’’ üzerine konuşma yaptığı etkinlikte sinemaseverler Birkbeck Üniversitesi sinema salonunu doldurdu. Konuşmada, İstanbul’da on dokuzuncu yüzyılın sonlarından yirminci yüzyılın başlarına kadar hareketli görüntülerin tarihi dönüşümünün izi sürüldü. İstanbul İstinye Üniversitesi'nde Film Teorisi, Film Tarihi ve Hikaye Anlatıcılığı dersleri veren Nezih Erdoğan, İstanbul'da sinemanın oluşum yıllarında seyirci ve modernite üzerine sürükleyici bir tartışma sundu.
Profesör Erdoğan konuşmasında sinemanın şehre gelişi, izleyicide yarattığı hayret ve modernlik duygusu, Karagöz’ün sinemaya etkisi, sinemanın propaganda ve sansür aracı olarak kullanımı, sinemanın şehrin kültürel ve siyasi dönüşümüne yansıması gibi konulara değindi. Ayrıca, konuşma sonrasında piyanist Çiğdem Borucu’nun canlı piyano performansı ile eşlik ettiği, Kültür Bakanlığı arşivinden seçilen ve o dönemde İstanbul’da gösterilmiş nadir ve orijinal filmlerden bir seçki sunuldu.
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Birkbeck Üniversitesi’nden Profesör Ian Christie, Nezih Erdoğan'ın Türk sineması çalışmalarına yaptığı katkılardan övgüyle söz etti ve Londra Yunus Emre Enstitüsü'ne destekleri ve işbirlikleri için teşekkür etti. Sinemanın şehre gelmesi ve izleyicide yarattığı tepkilerden ve yalnızca sinema ile tanışma değil ve aynı zamanda sinemanın izleyiciler tarafından algılanma biçiminden bahsederek konuşmasına başlayan Profesör Nezih Erdoğan, seyircinin sinema ile tanışmadan evvel de Karagöz Hacivat, ortaoyunu gibi görsel ve işitsel duyularına hitap eden içerikler ile tanışıklığından söz etti. Sinemanın 1896’da elektrik olmadığı için gaz lambalarıyla aydınlatılan ilk unsurlarla başladığını söyledi. Sinemanın Şehzadebaşı’nda bir Ramazan etkinliği olarak tanıtıldığını, modernlik ve gelenek arasında bir köprü kurduğunu anlattı. Sinema ve Karagöz’ün aynı gece Ramazan gecesinde gösterildiğini, Karagöz’ün sinemanın öncüsü ve rakibi olduğunu, kültürü ve toplumu hazırladığını, sinemada Karagöz ile uyum sağladığını belirtti.
19. Yüzyılda görselliğin ağırlık kazanması ve modernleşme dönemi ile sinemanın yaygınlaşmasının modernleşme süreci ile örtüşmesine vurgu yaptı. Konuşmasının devamında, Sigmund Weinberg’in 1908’de İstanbul’daki ilk sinema, Pathé Frères Cinéma Théâtre’yi açtığını, sinemanın savaş ve ekonomik krizlere rağmen hızla yayıldığını, yabancıların parası sayesinde işgal altındaki şehirde bile sinema salonlarının açıldığını söyledi. Hayretten gerçekçiliğe geçişin vurgulandığını, gerçek görünmenin önem kazandığını, seyircinin inanması için filmlerin sokaklarda çekildiğini, kadınların peçelerini açtığını, insanların kameraya oynamak için yolda yürüdüğünü anlattı. Abdülhamid’in namaz kılarken kendini filme aldırdığını, ilk yerli uzun metrajlı filmin 1917’de çekildiğini, bunun öncesinde yerel olarak çok sayıda belgesel film üretildiğini, yurtdışından da filmler ithal edildiğini aktardı.
Kültür Bakanlığı arşivinden seçilen eski İstanbul görüntülerinin gösterimlerine de ayrıca doğaçlama yetenekleriyle etkinliğe nostaljik bir hava katan piyanist Çiğdem Borucu tarafından canlı bir müzik performansı ile eşlik etti. Aralarında "Harbiye Nazırı Bir Birliği Ziyaret Ediyor", "Avusturya İmparatoru İstanbul'da", "Sultan Vahdettin'in Bağlılık Yemini", "Panayır", "Ahırkapı'daki Tekstil Fabrikası", "İstanbul Manzarası" ve "General Townshend’in de bulunduğu filmler, Borucu'nun ilham verici müzik besteleriyle yeniden hayat buldu. Çok yönlü bir sanatçı olan Borucu, besteci, piyanist, ses tasarımcısı olarak ve elektro-akustik müzik alanındaki çalışmalarıyla ödüller ve takdirler almıştır. Ayrıca tiyatro ve belgesel projeleriyle yaptığı işbirlikleri dünya çapında festival ve sergilerde gösterilmiştir. Konuşma ve piyano eşliğindeki film gösterimi , dünyanın en kozmopolit ve dinamik şehirlerinden birinde sinemanın doğuşuna ve gelişimine tanıklık etmek adına sinemaseverler için unutulmayacak bir tecrübe oldu.
Editöre Notlar
Yunus Emre Enstitüsü; Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü ve sanatını tanıtmak; bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak; Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek; Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini arttırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla kurulmuştur. 2009 yılında faaliyetlerine başlayan Yunus Emre Enstitüsünün 64 ülkede 85 kültür merkezi bulunmakta olup 2010 yılında da Londra’daki merkezini açmıştır.