İskoçya’da 6 Mayıs’ta yapılan parlamento seçimleri bağımsızlık yanlısı iki partinin; İskoç Ulusal Partisi (SNP) ile Yeşiller’in 129 sandalyeli Edinburgh Meclisi’nde (Holyrood) salt çoğunluğa (72/129) ulaşmasıyla sonuçlandı. Bu sonucu tarihi ve olağanüstü olarak niteleyen Başbakan ve SNP lideri Nicola Sturgeon ikinci bağımsızlık referandumu konusunda adım atma kararlılığını dile getirmeyi ihmal etmedi. Sturgeon ilk iş olarak pandemiden çıkışla ekonomik ve sosyal konulara ağırlık vereceğini, daha sonra da İskoçların geleceklerini belirleme (oto-determinasyon) hakkını kullanmaları için çalışacağını açıkladı. Kendisine referandum konusunda Birleşik Krallık (BK) hükümetinden izin alma zorunluluğu bulunduğu hatırlatılan SNP lideri, öncelikle “referandumun temel bir demokratik hak” olduğunu vurguladı ve Başbakan Boris Johnson’ın İskoçların iradesini sınırlamak için geçerli bir gerekçesi bulunmadığının” altını çizdi.
Anımsanacağı gibi, İskoçya’da bundan 7 yıl kadar önce, 18 Eylül 2014’te ilk bağımsızlık referandumu BK Başbakanı David Cameron ile İskoçya Başbakanı Alex Salmond arasında 2012’de imzalanan bir anlaşma uyarınca düzenlenmişti. Seçmene “İskoçya bağımsız bir ülke olmalı mı?” sorusunun yöneltildiği bu referandumdan yüzde 55,3 oranında “hayır” oyu çıkmıştı. Ama “hayır” oylarının kazanmasının başlıca nedeni, İskoçların BK’dan ayrılmayı istememesi değil, öncelikle Avrupa Birliği (AB) içinde kalma arzularıydı. İskoçya’da güçlü tabanı olan İşçi Partisi’nin, bağımsızlığını kazanması halinde İskoçya’nın otomatik olarak AB’nin dışında kalacağına ilişkin propagandası AB yanlısı, sosyal demokrat SNP tabanında karşılık bulmuş ve bu dosya bir süre için de olsa rafa kalkmıştı.
Ne var ki BK iç siyaseti bu dosyanın kapanmasını engelleyen yönde gelişmişti. BK’da iktidardaki Muhafazakâr Parti, milliyetçi bir yaklaşımla, BK’nın AB’den ayrılmasını (Brexit) gündeme taşımış ve bu konuda 23 Haziran 2016’da referandum düzenlemişti. İki yıl önce bir bakıma AB üyeliği nedeniyle bağımsızlıktan vazgeçen İskoç seçmen, beklenildiği üzere, bu kez de yüzde 62 gibi büyük bir çoğunlukla Brexit’e “hayır” oyu kullanmıştı. Ancak BK genelinde sandıktan “evet” oyları çıkmış, Sturgeon da haklı olarak bağımsızlık referandumunu yinelemek gerektiğini dile getirmeye başlamıştı.
Johnson’ı asıl rahatsız eden şey, AB üyeliğine karşı yaslandığı milliyetçi ideoloji ve kullandığı söylemin aynısının şimdi İskoçya ve Kuzey İrlanda’da Birleşik Krallık’a karşı harekete geçirilmiş olması.
İskoçya BK’dan hukuken ayrılabilir mi?
Kabul etmek gerekir ki BK’nın AB’den ayrılması, İskoç seçmenin iradesine karşı bir gelişme olması bir yana, İskoçya’nın BK’dan ayrılmasını da hukuken kolaylaştırıyor. Birleşmiş Milletlerin (BM) temel ilkelerinden biri halkların geleceklerini belirleme hakkı kuşkusuz. Ama bu konuda uluslararası hukukun bir sınırlaması var. O da Katalan sorunuyla ilgili yazılarımızda altını çizmiş olduğumuz gibi, bu hakkın kullanılmasının ulusal birlik ve ülke bütünlüğü bozmaması. Bu bağlamda BM Genel Kurulu’nun 14 Aralık 1960 tarihli, 1514 sayılı “sömürge halklarına bağımsızlık bildirgesi” başlıklı ilke kararı önem taşıyor. Bu karar, adından da anlaşılacağı gibi, geleceğini belirleme hakkını esas itibariyle sömürge altındaki halklarla sınırlıyor. Somut olarak 6. maddesi, “ulusal birliğin ve ülke bütünlüğünün kısmen ya da tamamen bozulmasını amaçlayan herhangi bir girişimin” BM yasasına aykırı olduğunu hükme bağlıyor. Genel Kurul’un bu temel ilkeyi teyit eden birçok kararı daha var. Bu ilke ayrıca Helsinki Nihai Senedi’nde, 1989 Viyana Belgesi’nde, 1990 Paris Şartı’nda ve 1991 Moskova Belgesi’nde de benimsenmiş bulunuyor.
Ne var ki İskoçya’nın hukuki statüsü, her ne kadar Katalan milliyetçiler İskoçya’yı örnek alıyorlarsa da Katalonya’nınkinden çok farklı. Katalonya’nın özerklik statüsü İspanyol anayasasının 2. maddesinden kaynaklanıyor. Başka bir deyişle söz konusu özerklik hakkı, tek taraflı olarak merkezden Katalonya’ya devredilmiş bir hak niteliğinde. O bakımdan Katalonya’nın İspanya’nın rızası olmadan bağımsızlık ilan etmesi mümkün değil. Özerk topluluk sınırları içinde tek taraflı referandum düzenlemesi de öyle.
Buna karşılık İskoçya açısından aynı şeyi söylemek mümkün değil. Çünkü İskoçya BK’yı oluşturan dört kurucu ulustan biri. İskoçya, bağımsız bir Krallık iken 1706 yılında İngiltere Krallığı ile imzalanan birlik anlaşmasının ertesi yıl iki ülke parlamentolarınca onaylanması (Acts of Union) sonucu oluşan Büyük Britanya Krallığı’nın iki tarafından biri. Bu birlik 1603’te iki krallık arasında tahtların birleştirilmesinin devamı olarak öngörülmüş olsa ve ayrılmayı önleme amacı taşımış olsa da ortada iki egemen tarafın bulunduğu aşikâr. Egemen taraflar bir araya gelip birlik oluşturabilecekleri gibi, yüzyıllar sonra olsa da bu birliği bozma hakkına sahiplerdir. Bu nedenledir ki Katalan ve Bask milliyetçiler bağımsızlık taleplerini desteklemek için geçmişte bağımsız hukuki entite oluşturduklarını ispat etmeye çalışıyorlar.
Bağımsızlık siyasi olarak gerçekleşebilir mi?
Le Monde’un konuyla ilgili “Boris Johnson İskoç tuzağında” başlıklıbaş yazısında [1] altı çizildiği gibi, İskoç seçimlerinin sonucu, AB ile son anda sağlanan anlaşmayla Brexit dosyasını, her ne kadar gümrük prosedürleri, balıkçılık gibi henüz çözüm bulunamamış sorunlar olsa da iyi-kötü kapatmayı başaran Başbakan Boris Johnson’ı sıkıntıya sokmuş bulunuyor. Kaldı ki başını ağrıtan ayrılıkçılık sorunu sadece İskoçya ile sınırlı değil, Kuzey İrlanda’da da benzer bir durum var. Johnson’ı asıl rahatsız eden şey, AB üyeliğine karşı yaslandığı milliyetçi ideoloji ve kullandığı söylemin aynısının şimdi İskoçya ve Kuzey İrlanda’da BK’ya karşı harekete geçirilmiş olması. Bu noktada akla gelen soru şu: BK, AB üyesi olarak kalsaydı, İskoç ve İrlanda milliyetçiliği daha kolay dizginleyebilir miydi?
Bu soruyu yanıtlamak kolay değil. Ama Le Monde’un altını çizdiği üzere, bugün İskoçya’nın BK’dan bağımsızlığı siyasi ve özellikle ekonomik nedenlerle hiç kolay değil. Ama Johnson’ın da ikinci bağımsızlık referandumuna uzun süre direnmek için kullanabileceği kozu yok. Çünkü bu konuda İspanya’da olduğu gibi anayasal bir zorunluluk da bulunmuyor. Boris Johnson önünde sonunda İskoç referandumuna izin vermek durumunda kalabilir. İlk halkoylamasında AB üyeliğinin bağımsızlık arzusunu bastırdığı ve Brexit’in sadece İskoçya’da değil BK’yı oluşturan tüm kurucu uluslarda milliyetçi ideolojileri körüklemiş olduğu dikkate alındığında, bağımsızlık yanlılarının artık sandıktan çıkma olasılığının güçlendiğini kabul etmek gerekir. Bugüne kadar akla gelmemiş olan böyle bir durum BK’nın giderek bölünmesinin başlangıcı olabilir mi?
Bu soruya ciddi bir yanıt vermek için henüz çok erken. Ama 1815 Viyana Kongresi’nden itibaren bir yüzyılı aşkın bir döneme damgasını vurmuş olan BK’nın dünya liderliğinden (Pax Britannica) bugün nasıl eser kalmadıysa uzun vadede her şey değişebilir kuşkusuz. Bu belki de dünyamız ve özellikle Filistinliler gibi o dönemden kalan sorunları hâlâ yaşayan halklar için çok daha hayırlı olabilir.